Create a Myspace LED Scroller




   
 
  Küresel Isınma Dünyamızı Tehdit Ediyor
Yazar : Cemil ÖRGEV -------------------------------------------------------------------------------- Sayı : 13. Sayı (Ocak - Mart 2007) -------------------------------------------------------------------------------- Konu : Çevre -------------------------------------------------------------------------------- Dünyayı küçük bir köy haline getiren küreselleşme sonucu iletişim ve etkileşim artmıştır. Dünyanın küçültüldüğü oranda kirletilmesi de kolaylaşmıştır. Dünya, bir insan vücudu ile karşılaştırıldığında; dünyada meydan gelen hava, su, toprak kirliliği ve gürültü sonucunda oluşanların, insan vücudunda oluşanlarla örtüştüğü görülür. Sera gazları vasıtasıyla sıcaklığın yükselmesi, buzulların ve karların erimesine; buharlaşma ve yoğunlaşmanın artması ise ani yağışlara neden olmaktadır. Insan vücudunda bu durum ani bir yaralanma veya travma neticesinde kanama ve çok fazla kan kaybı ile karşılaştırılabilir. Dünya aşırı erime nedeniyle su kaynaklarını tüketecek, kuraklık ve kıtlık neticesinde bitki- hayvan türlerinde azalma ve sonunda tümüyle yok olmaya gidebilecektir. Aynı şekilde insan vücudunda da çok fazla kan kaybı ile vücut için hayati önem taşıyan dolaşım ve solunum sistemi felç olacak ve ölüme neden olabilecektir. Ancak zamanında müdahale edilir, kanama durdurulabilirse insan ölümden kurtulabilir. Dünya için de durum benzerdir. Çünkü küresel ısınma durdurabilirse erime yavaşlayacak ve insan vücudundaki kan damarlarına benzeyen nehirler ve kalbe benzeyen okyanuslarda su seviyesi, karbondioksit ve diğer atmosfer gazları dengeye gelecektir. Dünya insanoğlunun devamlı tahribatı karşısında artık savunmasız hale gelmiştir. Insanın bağışıklık sistemi belirli dozda ve türde mikroorganizmalara karşı kendini savunabilmektedir. Dünyamızda, volkanik patlamalar, okyanuslar arasında su ve ısı alışverişi gibi mekanizmalarla küresel ısınma düşürülmeye çalışmakta fakat girdilerin yüksekliği karşısında savunma yetersiz kalmaktadır. Ormanların yok olması, insan vücudundaki solunum sisteminin yetersiz kalması gibi bir anlama gelmektedir. Tüberküloz gibi hastalıklarla insan akciğerleri yeterince kirli kanı temizleyip oksijenle yeterli şekilde beslenemeyince, dokulara ve organlara giden kirli kan vücutta bulunan başta boşaltım sistemi olmak üzere diğer sistemlerin bozulmasına ve gerekli önlemler alınmazsa ölüme neden olabilmektedir. Aynı şekilde, ormansızlaşma ve sularda sıcaklığın yükselmesi neticesinde okyanuslar ve göller ısınınca karbondioksiti tutamamakta; ormanlar azalınca, atmosferden karbondioksiti alacak ortam yok olmakta; atmosfer ve deniz fonksiyonunu yerine getirememektedir. Eğer zamanında gerekli müdahale yapılmazsa, gelecek yüzyılda beklenen 1,4-5,8 °C sıcaklık artışı ile dünya canlısının sonu insanınkinden farksız olacaktır. Ayrıca, katı, sıvı ve gaz atıkların son alıcı ortamı olan toprak da insanın sindirim sistemine benzetilebilir. Her yıl milyonlarca ton böcek ilacı, mantar ilacı, yabani ot ilacı üretilmekte, bunlar atmosfere ve suya karışmakta ve sonunda toprak tarafından tutulmaktadır. Buna dünya canlısının midesi olarak kabul edilen toprak belli bir dereceye kadar sindirimle cevap vermiştir. Ancak bu atıkların yok olma süresinin yüzyılları alması ve her yıl çok büyük miktarlarda artış göstermesinden dolayı dünyamız artık bu kirlenmeye cevap veremez duruma gelmiş bulunmaktadır. Insan sindirim sisteminde de benzer şekilde aşırı kullanım ve kapasite üzerinde tüketim yapıldığı taktirde reflü, mide ülseri ve hatta kansere kadar gidebilen bir çok rahatsızlık oluşabilmekte ve eğer kanser olmadan önlem alınabilirse insan kurtulabilmektedir. Katı, sıvı atık ve gaz emisyonları sorununa geçerli ve yeterli çözüm bulunmadığı taktirde toprak işlevini tamamen kaybedecek ve buna bağlı olarak yer altı sularının kirlenmesi, tarım ve hayvancılığın durması kısacası besin zincirinin iflası gelecekte kaçınılmaz olacaktır. Insan sindirim sistemi de iflas edince besinlerin yararlı hale getirilip kana karışması mümkün olamayacak ve kan yeterli besinleri doku ve organlara taşımayınca insanın hayatı tehlikeye girecektir. KüRESEL ISINMANIN ETKILERI Dünyamız atmosfer, hidrosfer (su), biyosfer (canlı yaşam) ve litosfer (taş-toprak), olmak üzere dört ana sistemden oluşan ve fiziksel, kimyasal ve biyolojik süreçlerin karşılıklı etkileri altında bulunan karmaşık yapılı bir organizma gibidir. Dünyayı saran atmosfer güneşten gelen zararlı ışınları süzer, meteorların dünyamıza düşmesini engeller, canlı yaşam için gerekli gazları bulundurur, iklim olayları meydana gelir, dünyamızın aşırı ısınması ve soğumasını önler, güneş ışınlarını dağıtır, dünya ile birlikte dönerek sürtünmeden doğacak yanmayı engeller. Hava, dünya sisteminin canı veya solunum sistemi olarak kabul edilebilir. Havada bulunan oksijen ve karbondioksit canlılar için gerekli iki gazdır. Bu iki gaz fotosentez ve hücresel solunum sürecinde birbirini takip eden bir döngü ile sağlanmaktadır. Ayrıca azot, azot bağlayıcı bakteriler ve azotu serbest bırakan bakteriler tarafından azot döngüsü ile atmosfer havasına verilmektedir. Hava, bitkilerin fotosentez yapmaları için karbondioksiti, insanlar ve birçok hayvan yaşamı için oksijeni sağlayan bir kaynak durumundadır. Bu yönüyle hava yerkürenin solunum sistemi, ormanlar ve yeşil bitkiler de bu sistemin akciğerleri olarak kabul edilebilir. Ancak ormanlar ve yeşil bitkiler karbondioksiti alarak fotosentez yapabilmek için suya ve güneş enerjisine ihtiyaç duymaktadırlar. Ayrıca bitkiler yaşamlarını sürdürebilmek için topraktan birtakım mineral ve besin maddelerini almak zorundadırlar. Su, dünya canlısının dolaşım sisteminin kanı; denizler ve okyanuslar insan vücudundaki kalbi; nehirler damarları, küçük dereler de kılcal damarları olarak kabul edilebilir. Su besin maddelerini taşıyarak toprağı besler ve hayatın her şekli için esas teşkil eder. Toprağın zehirli ve zehirsiz atık maddelerini alarak toprağı temizler. Kara sistemi canlı dünyanın iskeleti olarak kabul edilmektedir. Toprak insanlara ve yeryüzündeki diğer tüm canlılara yaşam alanı; taş, kum gibi yapı maddeleri; altın, gümüş, alüminyum ve enerjinin çoğunun sağlandığı fosil yakıtları sağlamaktadır. Ayrıca canlıların hayat faaliyetlerini sürdürebilmeleri için gerekli olan, hava, su, besin gibi ihtiyaç maddelerine ulaşabilmeleri, biyosfer ile diğer katmanlar arasında yoğun bir alışveriş ile mümkün olmaktadır. Güneşten atmosfere gelen güneş enerjisinin yaklaşık % 26’lık bir kısmı bulutlar ve diğer atmosferik partiküller tarafından uzaya geri yansıtılmaktadır . Yaklaşık % 19’luk bir kısmı bulutlar, ozon gibi gazlar ve atmosferdeki partiküller tarafından tutulmaktadır. Geri kalan % 55’lik güneş enerjisi dünya atmosferinden geçerek yeryüzüne gelmekte ve bunun da % 4’ü geri yansıtılmaktadır. Güneş radyasyonunun % 51’lik kısmı yeryüzüne ulaşmakta ve bu enerji yeryüzünün ısınması, buzulların ve karların erimesi ile suyun buharlaşmasında ve bitkilerin fotosentez faaliyetlerinde kullanılmaktadır. Dünyadaki ısı enerjisinin miktarı, atmosferdeki karbondioksit ve metan gibi sera gazlarının konsantrasyonu ile orantılıdır. Bu gazlar yeryüzünden yansıyan enerjiyi tutarak dünyamızı ısıtırlar. Sera etkisi olmasaydı yeryüzünde yaşam büyük bir olasılıkla olmayacaktı ve ortalama sıcaklık +150C yerine -180C olacaktı. Sanayi devriminden sonra sera gazlarındaki artışın sonucu olarak, sera etkisi de artmış ve dünyamız daha fazla ısınmıştır. Bu konuda birçok bilgisayar modeli oluşturulmuştur. Bu modellerde temel sera gazı olan karbondioksitin iki kat artmasıyla ortalama dünya sıcaklığının 10C ile 30C arasında yükseleceği tahmin edilmektedir. Insan kaynaklı sera etkisini artıran başlıca gazlar; karbondioksit, metan, azot oksitleri, kloroflorokarbonlar ve troposferdeki ozondur. Bunlardan karbondioksit sera gazı etkisinde % 55; kloroflorokarbonlar % 25, metan % 15 ve azot oksitler % 5 oranında sorumludur. Geçen üç yüzyılda insanların çeşitli faaliyetlerine bağlı olarak dünya atmosferindeki karbondioksit konsantrasyonu artış göstermiştir. Küresel ısınmaya enerji kullanımının % 49, endüstrileşmenin % 24, ormansızlaşmanın % 14 ve tarımın % 13 oranında katkıda bulunduğu tespit edilmiştir. 1700’li yılların başlarında atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonu 280 ppm (milyonda 280 kısım) iken 1900’lü yıllarda sanayi devrimi ile 360 ppm’e ulaşmıştır. Bugün atmosferde bulunan karbondioksit gazının % 65’lik kısmı fosil yakıt yakılmasından, % 35’lik kısmı ise ormansızlaşma ve çayırlıkların, ormanlarından kaynaklanmaktadır. 1750 yılından bugüne kadar metan konsantrasyonunda % 140’lık bir artış tespit edilmiştir. Atmosfere geçen bu ilave metanın kaynakları önem sırasına göre pirinç tarımı, evcil geviş getiren hayvanlar, termitler, su birikintileri, kömür işleme, petrol ve gaz çıkarımıdır. Azot oksidin atmosferdeki ortalama konsantrasyonu yıllık % 0,2-0,3 arasında artmaktadır. Bu artış kara alanlarının kullanım değişiminden, fosil yakıtların yanmasından, biyokütle yakılmasından ve toprak gübrelenmesinden kaynaklanmaktadır. Ozonun sera etkisinin artmasındaki rolünün bilimsel olarak tespiti zordur. Bu gazın 25 yıl ve daha öncesine ait doğru ölçümlerinin yapılması mümkün olmamaktadır. Ozon gazı dünya atmosferinin iki farklı bölgesinde bulunmaktadır. Ozonun % 97’lik kısmı yeryüzünden 15-55 km uzaklıkta stratosfer tabakasında bulunmaktadır. Son yıllarda stratosferik ozon, kloroflorokarbonların atmosfere salınmasından dolayı azalmaktadır. 1970’li yılların sonlarında Antarktika üzerinde ozon tabakasının miktarında % 70 oranında azalma tespit edilmiştir. Yirminci yüzyılın en sıcak on yılı asrın son on beş yılı içinde meydana gelmiştir. Kayıtlara göre 1998 yılı en sıcak yıl olarak tespit edilmiştir. Buna bağlı olarak kuzey yarım küredeki kar örtüsünde ve okyanuslarda yüzen buz kütlelerinde azalma meydana gelmiştir. Ayrıca, deniz suyu seviyesinde ortalama olarak 10-20 cm yükselme olduğu; dünya çapında kara üzerinde yoğunlaşmanın % 1 oranında arttığı; iklim ısındıkça buharlaşmanın artacağı ve bunun da ortalama küresel yağış miktarında artışlara neden olacağı tespit edilmiştir. Bilim adamları ortalama yüzey sıcaklığının bölgesel farklılıklar olmakla beraber gelecek 50 yıl içinde 0,6-2,50C; yüzyıl içinde de 1,4-5,80C artabileceğini tahmin etmektedirler. Küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişiklikleri toplumları, doğal sistemleri ve onların sosyo-ekonomik kalkınma faaliyetlerini etkilemekte, etkilenen unsurlar değişen şartlara uyum sağlamak ve bunun için de bir takım faaliyetlerinde azaltmaya gitmek zorunda kalmaktadır. KüRESEL ISINMANIN DEÃIÃ?IK SISTEMLER üZERINE ETKILERI Ekolojik sistemler üzerinde küresel ısınmanın birçok etkisi vardır. Yukarı enlemlerde ve kutup bölgelerinde sıcaklık artışına bağlı olarak buzullar erir, deniz suyu seviyesi yükselir; taşkınlar, kıyı kesimlerde toprak kaybı, temiz su kaynaklarının denize karışması, aşırı buharlaşma ve kuraklığa bağlı olarak yangınlar, göl ve ırmak sularında azalma, bitki ve hayvan türlerinin yok olması ya da azalması, bazı bölgelerde virüs türlerinde değişiklikler, salgın hastalıkların artması gibi birçok olumsuz gelişme meydana gelir. Okyanus bilimciler, dünyadaki karbondioksit oranının okyanusların emebileceği düzeyi aştığında ve denizlerdeki asitlik değerlerinde 1750’den bu yana 0,1’lik artış olduğunda birleşmektedir. Asitlik değerlerinin 0,3-0,4 arasındaki artış, mercanlar ve soğuk su organizmalarının sonunu getirecektir. Deniz ve sahil çevresi; sulak alan ve bataklıklar, insanların sürekli müdahalesi ve kirletmesi nedeniyle yoğun bir baskı altındandır. Deniz suyu seviyesinin yükselmesi ile taşkınlar ve seller sulak alanları ve sahilleri tahrip edecektir. Böylece, bitki türleri küresel ısınma ile gelen yeni şartlara hemen adapte olamayacak; sel, kuraklık gibi felaketler neticesinde birçok bitki türü yok olacaktır. Küresel ısınmanın birçok sosyoekonomik ve politik etkisi vardır. Su, tarım ve orman ürünlerinde azalma; su kaynaklarında azalmaya bağlı enerji sıkıntısı; turizm ve rekreasyon alanlarının sorunlu bölgeler haline gelmesi; bazı virüs türlerinin mutasyona uğraması ve dayanıklı varyasyonların ortaya çıkması, taşkın, sel vb. olaylar sonucu bulaşıcı hastalıkların artması ile insan sağlığının tehlikeye girmesi; besin maddelerinde azalma; psikolojik sorunlar, göç, politik sorunlar, az gelişmiş ülkelerin gelişen olaylara hazırlıksız olması ve ülkelerinde krizlerin ortaya çıkması kaçınılmaz görülmektedir. Ayrıca yüzey sularındaki akış değişikliği, yer altı suları, yağış, göller ve akarsular üzerinde doğrudan etki ederek suyun kalitesini bozacaktır. Denizlerin yükselmesi kıyı alanlarındaki tatlı su kaynaklarına zarar verecek; kıyı su alanları tuzlu suyun yer altı sularına karışmasından dolayı tehlike altına girecektir. Küresel ısınma Bangladeş, Maldiv Adaları, Pakistan ve Endonezya’da toprak kayıplarıyla kendini göstermektedir. Dünya’daki buzulların onda birine ev sahipliği yapan Peru’da buzulların 4’de biri yok olmuştur. Kuzey Kutbunda 1979’dan beri buzulların % 20’si erimiştir. Afrika’da Klimanjora Dağı’ndaki buzul 20. yy’da kütlesinin yaklaşık dörtte üçünü kaybetmiştir. Çin-Rus sınırındaki, Tiyen Şan Dağları’ndaki buzullar son kırk yılda % 20 küçülmüştür. Japonya plajları ve endüstrisi deniz suyu seviyesinin yükselmesi ile sel riski altındadır. Almanya, Hollanda, Ukrayna kıyılarındaki deltalar ile Kuzey Afrika’daki Nil Deltası sel ve erozyon tehlikesi altındadır. Fransa, aşırı sıcaklık ve soğutma sistemi için gerekli su temini yapılamadığından pek çok nükleer enerji santralını devre dışı bırakmıştır. Belli bölgelerde somon balığı populasyonu yok olma tehlikesi altındadır. Türkiye’de beklenen en önemli sorun su sorunudur. Akdeniz ikliminin yaz kuraklığına ilave olarak kış yağışlarında da azalmalar beklenmektedir. Su kaynaklarının azalması neticesi enerji sıkıntısı ve kıyı bölgelerden iç bölgelere göçler beklenmektedir. Son yıllarda Türkiye’de ormanlarda artış gösteren kuruma, zararlı böcekler ve yangınların asıl nedeninin kuraklık olduğu ileri sürülmektedir. Ã?Ã?ZÃ?M ÖNERILERI Küresel ısınmaya çözümler, çevre ve enerji üzerinde yoğunlaşmaktadır. Çevre kirliliğinin önlenmesi için çalışmalar üç alanda toplanabilir. Birincisi endüstriyel enerji yönetimidir. Bununla enerji kaybının önlenmesi, geri dönüşümün geliştirilmesi ve daha az enerji ile daha çok güç üretilmesi amaçlanmaktadır. Ikinci tedbir, alternatif yakıt kullanımıdır. Biyokütleden elde edilen alkol ile çalışan araçlar üretmek ve fosil olmayan yakıtlardan üretilen hidrojeni kullanmak zorunluluk arz etmektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarını, doğa dostu hidroelektriği, jeotermal enerjiyi, biyokütleyi, güneş ve rüzgar enerjisini geliştirme yoluna gidilmelidir. Karbondioksit üretiminin azaltılması veya tamamen önlenebilmesi için karbondioksit yönetim politikaları geliştirilerek çevre koruma araç değil, amaç edinilmelidir. Başarılı olabilmek için, uzun süreli karbondioksit depolanmasını sağlamaya çalışmak, karbondioksitin yeraltına verilmesi, okyanuslarda depo edilmesi, biyokütlede ve toprakta saklanması, ormanların yok edilmesinin önlenmesi ve ormanlaştırma çalışmalarının hızlandırılması gerekmektedir. KÜRESEL ISINMA KONUSUNDA POLITIKALAR Gelecekteki karbondioksit emisyonlarını ve diğer sera gazlarını kontrol altına alabilmek için ilk ciddi adım 1979 yılında I. Dünya Iklim Konferansı’nda atılmıştır. 1985 ve 1987 yıllarında Avusturya’nın Villach kentinde ve 1998’de Toronto’da düzenlenen toplantılar, dikkatleri ilk kez iklim değişikliği karşısında siyasal seçenekler geliştirilmesi konusu üzerinde toplamıştır. 1987 yılında kloroflorokarbonların sınırlandırılması konusunda 46 ülke tarafından Montreal Protokolü imzalanmıştır. 1988 yılında yapılan “Değişen Atmosfer” konulu Toronto Konferansında, uluslararası bir hedef olarak, küresel karbondioksit emisyonlarının 2005 yılına kadar % 20 azaltılması ve protokollerle geliştirilecek olan bir çerçeve iklim sözleşmesinin hazırlanması önerilmiştir. Aralık 1988’de Malta’nın girişimi ile, BM Genel Kurulu, küresel iklimin insanoğlunun ortak mirası ve ortak problemi olduğunu belirtmiştir. Kasım 1989’da Hollanda’da yapılan Bakanlar Konferansı’nda ABD, Japonya ve eski Sovyetler Birliği dışındaki ülkelerin çoğu havaya karbondioksit atılmasının % 20 oranında azaltılmasını destekledikleri halde özel bir hedef ya da takvim belirlenmemiştir. 29 Ekim-7 Kasım 1990 tarihlerinde Cenevre’de yapılan “Ikinci Dünya Iklim Konferansı Deklarasyonu” aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 137 ülke tarafından onaylanmıştır. Japonya’nın Kyoto kentinde 11 Ekim 1997’de dünyadaki sera gazlarını azaltma antlaşması açıklandı. Kyoto Antlaşması’na göre, gelişmiş ülkelerin 2008-2012 yılları arasında sera gazı salımlarını 1990’daki seviyelerinden en az % 6 oranında azaltmaları gerekmektedir. Kyoto Protokolü olarak isimlendirilen bu anlaşma 16 Şubat 2005’de Türkiye’nin de içinde bulunduğu, Ekonomik Işbirliği ve Gelişme Örgütü’ne üye ülkeler (OECD) tarafından, ABD ve Avustralya hariç, imzalanmıştır. Ayrıca, Eski Doğu Bloğu ülkeleri ve birçok gelişmekte olan ülke de protokolü imzalamıştır. Bu protokol, imza atan tüm ülkeleri hukuki olarak bağlamaktadır. Kyoto Protokolü kapsamına karbondioksit, metan, azot oksit, hidroflorakarbonlar, perflore edilmiş karbonlar ve sülfürhekzafloridler gibi altı sera gazı alınmıştır. Sera gazı oluşumunda çok önemli bir sorumluluğu olan bazı gelişmiş ülkelerin henüz bu protokolü imzalamamış olması dünya sağlığı hizmetlerinin planlanması, organizasyonu ve korunmasında önemli bir engel olarak varlığını sürdürmektedir. Mevcut insan kaynaklı karbondioksit emisyonlarının % 50’lik kısmı ABD, Eski Sovyetler Birliği ve Ã?in Halk Cumhuriyeti tarafından salınmaktadır. Kişi başına yıllık emisyon miktarında ABD 20 tonla birincidir. Arkasından 14 tonla Almanya gelmektedir. Avrupa Birliği’nde karbondioksit ile ilgili emisyon ticareti, Norveç Emisyon Ticaret Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2005 tarihinden itibaren başlamıştır. Bu konuda belirli sürelerde salınabilecek belirli miktarda sera gazı ile ilgili izin anlamına gelen “kota” belirlenmiştir. Devlet otoriteleri tarafından belirlenen kriterlere göre emisyon müsaadeleri alınıp satılabilir hale gelmiştir. Küresel ısınmaya sebep olan tüm unsurlar, kontrol altına alınarak, sorumluluğu olan ülkeler, üzerlerine düşeni en üst düzeyde, en etkin bir şekilde yerine getirmezse torunlarımızdan ödünç aldığımız çevre ve dolayısıyla dünya canlılığını kaybedecektir. Kaynaklar 1. Karpuzcu M (2004) Çevre Kirlenmesi ve Kontrolü, Kubbealtı Neşriyat,Istanbul. 2. Kurgun E,Aydın N, Tarkay N (2003) Ã?evre El Kitabı.Aydoğdu Ofset Matbaacılık,Ankara. 3. Ã?zkaya A ve ark. (2006) Çevre Bilimi.Anı Yayıncılık, Ankara. 4. Watson RT and Core writing team,(2001) Climate Change 2001 Synthesis Report,Cambridge University Press,USA,40,87.
 
 
 
döviz
 
hava durumu
 
 
Bugün 2 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol